Evren ingilizce konuşmaz , frekans dilinde konuşur ;
Tüm dillerinde , sesinizde, cümlelerinizde, düşüncelerinizde, duygularınızda bir titreşim alanı yarattığımız bilimin yeni yeni teyit ettiği, ve binlerce yıldır kadim geleneklerin hep söylemiş olduğu tek şeydi...
Düşünce nelere etki edebiliriz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
Ruh eşimizi yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun enerji alanını nasıl oluştururuz?
Çekim alanı yazılı ve görsel imajinasyonlara ne tepki verir?
Eğer isteklerimizi elde etmeye çalışıyorsak; kelimelerimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı yakından gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir çekim alanı oluşturur bilinçaltımıza yer ederek yayın yapar, bize isteklerimizi getirir.
İmkansız, sadece bizim yaşam alanında zihinde imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Şu anda imkansız olduğunu düşündüğünüz şey, evrenin sınırsız olasılıklarından haberdar olmayışınız ya da bunu zihninizin kabul edemeyişindendir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yoktur. Bu kişinin, kendi zihin hapishanesidir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip geliştirecektir.
Ama ya hayat görüşünüz ve inandıklarınız yanlış bilgi ve deneyimlere dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş bilinç altı inançlarımız muazzam bir çekim alanı oluşturuyor. Ve bu alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor. Siz hangi frekansta yayın yapıyorsanız karşınıza buna uyumlu insan ve olaylar geliyor.
Peki siz kendinize hangi çekim alanını oluşturuyorsunuz?
Titreşim Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamıza olanak sunar. Bedenimizdeki her organı, hücresi de dahil olmak üzere evrendeki tüm maddelerin, canlı ve nesnelerin kendilerine has bir titreşimleri vardır. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde değişik materyallerin çoğunlukla farklı frekanslarda titreştiğini gözlemleriz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Buna en ulaşılabilir örnek piyanodur; piyanonun bir tuşuna bastığınızda, bu tuşla uyumlu diğer teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç duruma fark yaratmaz. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, bilinçaltından yaydığımız enerjinin yarattığı titreşim alanına karşı koyamazlar. Aynı frekansta yayın yapan bireyler birbirleriyle uyumlanır.
Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olaylar da bizimle uyumlanır.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
Theta Healing bilinçaltı blokajlarınızda hızlı, etkili, anda değişimi sağlayan meditasyon yöntemidir. Bu kusursuz çalışma yöntemi koşulsuz sevgi ile evren enerjisini kullanarak bilinçaltı blokajlarının temizlenmesine olanak tanır. Kalbimizden gelen koşulsuz sevgi ile inanç ve duyguların değiştirilmesi kişiye yeni elektromanyatik alan yaratan güçlü titreşimlere ulaşmayı gerçekleştirir. Sizde Theta Healing ile tanışarak hayal ettiğiniz hayatı yaşayabilirsiniz. Unutmayın BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKER...